KAPİTALİZMİN TAHAKKÜMÜ ALTINDAKİ MEDYADA BEDENİN TEMSİLİ
Beden üzerinden yapılan çeşitli analizler, “İdeal beden nedir?” sorusunun cevabını vermektedir. Yani “90-60-90” denilen günümüzün popüler ölçüsü de beden kanonundan gelir. Kanon, eski Yunanca’dan, kânma sözcüğünden gelir; ölçüm sırasında kullanılan bir cetvel veya çubuk anlamındadır. Kanon, uzun yıllar boyunca bedeni sayısallaştırma ve belli bir ölçüyle ona biçim kazandırmak için kullanıldı. İsa’dan önce 5. yüzyılda Polikletios, Pitagorasçı düşüncenin hüküm sürdüğü dönemde Batı sanatına yüzyıllar boyunca hakim olacak kanonik heykellerle beden formları yaratmıştı. Bu heykeller üzerinden insanlar kendi bedenlerini ölçüyorlardı [1]. Bedenlerin yoz ve güzel olması da bu ölçümlerle ortaya çıktı. Eğer beden belirlenmiş, normal denilen ölçümlerin dışındaysa “yoz bir beden” oluyordu. Örneğin, 1.80 boy normal olarak kabul ediliyor, çünkü mimari yapılarda kapı eşikleri bu boy oranına göre yapılıyor, eğer boyunuz 1.80’den daha uzun ise normal olmayan bir bedeniniz oluyor, bu da sizi engelli ve eski anlayışa göre yoz yapıyordu. Bu sadece boy uzunluğu ile alakalı bir durum değil aslında, bedenin bölümlerinin birbiri ile orantısı ve ölçüleri ile ilgili. Bir matematiksel düzen ve ölçüt var olması gerektiği düşünülüyor. Mesela Nordau, Verlaine için sakkalları seyrek, gözleri çekik, göz çukurları büyük, anlı şişik diyordu. Bu özellikler Verlaine’i yoz bedenli yapmaktaydı [2]. Bu anlayış beraberinde ‘öjeni’ dediğimiz, güzel bedenleri birbirleri ile çiftleştirerek yani yoz bedenler ile güzel bedenlerin çiftleşmesini engelleyerek, güzel bedenler toplumunun inşaa edilmesi için uygulanan tekniği gündeme getirdi. Tabiki de eski anlayışlara göre yoz beden dediğimiz olay sadece bundan ibaret değildi ama konumuz olan medyada bedenin temsili için bu kadarını bilmemiz yeterli olacaktır. İdeal beden dediğimiz bir ölçü var, bu ideal bedenden kendimize ölçü alırız, pay alırız, ama asla ideal beden ölçülerine sahip olamayız çünkü ideal beden dediğimiz şey, ufuk çizgisine benzer ve ufuk çizgisini de doğal olarak yakalamamız, çizgiye ulaşmamız mümkün değildir.
[1] Rahmi Öğdil, Sayılarla Belirlenen Güzel Beden, Sanat Dünyamız, sayı 115, YKY 2010, s. 4
[2] George L. Hersey, Cazibenin Evrimi, Max Nordau, Say Yayınları, İstanbul, 2003, s. 230
Medyada gördüğümüz reklamların, filmlerin, kliplerin birçoğunda gördüğümüz karakterlerin beden temsilleri ile ilişkilendirebiliriz. 19. yüzyılda ortaya çıkan ve oldukça popüler olan tıp uzmanı olan Macar asıllı sanat eleştirmeni Max Nordau’nun beden üzerine eleştirileri şöyle; “Sanatçı yoz bedene sahip ise eseri de yozdur.” Bu görüşü ile Rodin’in ‘Çıplak Balzac’ heykeline yoz diyen Nordau, heykelin beden yapısının gereksiz yumrular olduğunu, yani ideal formdan sapmış olduğu için yoz olduğunu, alnının şişik olduğunu söylüyor ve ‘Düşünen Adam’ heykeli için de beden yapısının yoz olduğunu, aslında düşünen bir adam olmadığını, Rodin’in istenmeyen bedenleri ilgi çekici göstermeye çalıştığını ve ‘eratonomi’ hastalığına yakalandığını söylüyordu [3]. Hatta biraz daha ileri giderek, Rodin’in bu tarz olan yoz bedenleri arzuladığını ve cinsel ilgi duyduğunu söylüyordu. Eratonomi de tam olarak bu, yani baktığı her şey de cinsellik görmek anlamına geliyor. Büyük ihtimalle Nordau bugün hala yaşaydı hepimizi ‘eratonomi’ hastası olmakla suçlardı desek yanlış olmaz. Bunu erotizm ile birleştirirsek, günümüz medyası ile bağdaştırabiliriz. Erotizm’in olması için gerekli ilk şart; örtünmek. İbrani ve Yunan olarak iki farklı geleneği vardır, Yunanlar çıplaklığı överken, İbraniler ise örtünmeyi savunuyorlardı. Yunanlılar için özellikle erkekler için, çıplaklık bir gurur meselesiydi. Erkekler bedenlerini sergilemekten gurur duyarlardı fakat o dönemin heykellerine baktığımızda erkeklerin çıplak, kadınların ise örtülü olduğunu görebiliriz. Erotizm ile pornografiyi birbirinden ayıran şey de tam olarak bu, yani örtünme.
[3] George L. Hersey, Cazibenin Evrimi, Max Nordau, Say Yayınları, İstanbul, 2003, s. 231
Kadınların örtülü olarak gösterilen heykellerinde örtü kimi zaman el olabiliyordu, mesela ‘Knidoslu Afrodit’ heykeline baktığımızda bir elinde örtü olan kadın bedeni görülmektedir, örtülemeyi ise eliyle yapar ve erojen yani cinsel bölgesini kapatır. Pornografi de ise erojen bölgeler tamamiyle görünür şekildedir ve erotizm yani örtünme bulunmaz. Çünkü erotizm olduğu zaman, örtülü olan merak, ilgi uyandırır ve bir sürükleme, akıntı oluşturur. Fakat erotizm kalktığı zaman, yani örtü kalktığı zaman arzulama kesilir, haz devreye girer ve erotizmin getirdiği o örtünün altındakini merak etme akıntısı kesintiye uğrar. Bunu felsefi olarak şöyle yorumlayabiliriz; erotizm ve pornografiyi gizli, örtülü ve açık olarak anlamdırırsak erotizm; arkasında bir gerçek gizler, pornografi ise o gerçeği direk olarak gösterir. Mesela, İbraniler Tanrı’yı bir ışık(nur) olarak görmektelerdi, ışık burada bir örtü olmaktaydı fakat Yunan geleneğinde ise Tanrı’yı temsil eden bedenler bulunmaktaydı.
Piknik tip ve Astenik tip dediğimiz, yani şişman yapılı ve çelimsiz beden tipine sahip olan bedenlerin kahraman olarak gösterildiği çok nadir görülmektedir. Görülen tiplerinde de Sheldon’un tekniği var olduğunu düşünebiliriz, Sheldon bir bedende bütün tiplerin bulunduğunu söyler mesela; bir bedene bakarak, o bedenin %30 piknik (endomorfik) %30 atletik (mezoformik) %40 astenik (ectoformik) olduğu gibi analizlerde bulunmaktadır [4]. Bu 3 beden tipi sadece fiziksel olarak değil karakteristik olarak da analiz edildiği için Sheldon’un yaptığı analiz hem karakteristik hem fiziksel özellikler bakımından değerlendiriliyor
[4] George L. Hersey, Cazibenin Evrimi, Daha Fazla Beden Kural Koyucuları, Say Yayınları, İstanbul, 2003, s. 164
“Beden nasıl olmalı?” baskısı, bedenin kullanımı ile medyada bir pazarlama aracı olarak kullanılmaktadır. Örneğin, Algida’nın Magnum dondurması reklamını ele alırsak, dondurma yiyen kadın eratonomik olarak değerlendirilebilir. Aynı zamanda Kasap Döner’in Amerika reklamında, dudakları A.B.D bayrağı deseniyle boyanmış bir kadın, şehvetle döner dürüm yemektedir. Burada kadın bedeni erotonomik olarak kullanılmaktadır. Bu iki reklamda ise haz duygusunu yakalama mesajı vardır. Aynı şekilde erkek bedeni üzerinden bir örnek verecek olursak, Biscolata reklamını ele alabiliriz, ‘Biscolata Erkeği’ diye bir terim oluşmuş durumda. Yani, “çekici erkek” atletik yapılı, uzun boylu olmalı mesajı verilmektedir. Medya yolu ile hangi bedenin ideal olduğu topluma bu şekilde baskılanmaktadır.
Sinema filmlerinde ise, Kretschmer ve Sheldon’un tariflerine uyumlu karaterler görünmektedir. Piknik (endomorfik) tip bedenlerin, yani şişman bedenli tiplerin çocuksu, uyuşuk, düşük seviyeli, rekabetten çekinen, zevk düşkünü olduğu düşünülmektedir. Hatta bu beden tipi, skalanın en altındaki varlık olarak tarif edilmektedir. Fakat piknik tip dediğimiz beden türlerini ‘grotesk beden’ yani kalıplaşmış algının dışına çıkmış hallerini de medya yapımlarında özel yerleri bulunmakta, burada konu genellikle komedi olmaktadır.
Grotesk beden; kalıbının adamı olmamaktır. Yani ona biçilen algıyı, normu aşmak, yani aşırı ve abartılı hareketlerde bulunmak denilebilir[5]. Burada biraz da stoacı ve kinik anlayış var. Kinikler ahlakı ve erdemi hayat anlayışı olarak alırlar ve bir sınır belirlerler kendilerini. Stoacılar ise o sınırı aşmadan hayatın bir anlamı olmadığını savunurlar. Yani yaşamak için yumurtanın kabuğunun kırılması lazım anlayışı vardır. Bunun üzerine Recep İvedik karakterini örnek verebiliriz, Recep İvedik karakterini özel yapan şey aslında grotesk olması ve piknik tip olması. Normalde piknik tiplerin rekabetçi olmadığı, düşük zekalı olduğu ve zevk düşkünü olduğu söylenir ama Recep İvedik karakterini bir kavga, bir rekabet içinde görüyoruz bu onun bedenine biçilmiş yargıyı aşmış olmasını yani grotesk olmasını gösteriyor. Yine de filmde karakterin zeka olarak biraz daha düşük seviyede olduğunu, zevkine düşkün ve çocuksu olduğunu görüyoruz bunlar endomorfik bedenin karakteristik özellikleri olarak bilinmektedir.
[5] Foucault, Michel, Toplumu Savunmak Gerekir, çev. Şehsuvar Aktaş, YKY İstanbul, 2013 sf. 333
Bu durumun medyadaki izleklerini reklamlar üzerinde görmekteyiz. Mesela; ‘Kekstra Reklamı’.
O reklamı hepimiz biliyoruz ama hatırlatmakta fayda var, “Gürbüz tam bir canavar, tüm sınıf ondan korkar, kapıda görünür görünmez, saklanır kekstralar!, Nazlı okul birincisi, kekstra tek eğlencesi, kekstrayı tam yerken, Gürbüz yanına geldi, Nazlı kafayı kullandı, kekstrayı ters çevirdi, jölesi altta kalınca, Gürbüz onu kek sandı. Gürbüz gittiği anda, kek yine kestra oldu, Nazlı jölenin kremanın, tadına yine doydu!” Reklamda Gürbüz, uzun boylu, iri yapılı ve ‘ters çevrilmiş kekstrayı’ normal kek sanacak kadar düşük zekaya sahip ve zevk düşkünü birisidir. Nazlı ise ektomorfik yani astenik yapıya sahip, zayıf, zeki bir karakter olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kahraman modeli; atletik (mezoformik) bedenler ise medyada süper kahramanlar olarak yer almaktadır. Hollywood filmlerinde de özellikle, doğaüstü güçleri olan veya özel yetenekleri olan bütün kahramanlar kaslı ve atletik bir vücuda sahiplerdir. Karakteristik yapıları da Sheldon ve Kretschmer’in tarifine uygun rekabetçi, cesur ve çeviklerdir.
Lombroso’nun süs ve suç ilişkisini de günümüzde görüyoruz, Asya’ya açılan denizcilerin orada gördükleri dövme sanatından etkilendiklerini ve özellikle mahkumların duvarlara, kağıtlara, bedenlerine yazı yazmalarının gramatonya yani yazı yazma hastalığı olduğunu söyleyen Lombroso, süs ile suç arasında bir ilişki kuruyordu. Geçmişinde denizci olan mahkumların bedenlerine çeşitli şekiller çizdiklerini yani dövme yaptıklarını söyleyen Lombroso bunun suç ile ilişkilendiriyordu [6].
[6] George L. Hersey, Cazibenin Evrimi, Galton ve Lombroso, Say Yayınları, İstanbul, 2003, s. 199
Günümüzde ve filmlerde, karanlık tipleri, mahkumları, çete üyelerini dövmeli, küpeli ve piercingli tipler olarak görüyoruz. Ve bir çoğu aşırı atletik yapıya sahipler. Bedenlerin karakteristik ve fiziksel olarak farklılaştırılması da ayrımcılığı yani öjeniyi beraberinde getiriyor bu husus ırkçılığa kadar ulaşabiliyor. İktidar ile toplum arasında bir gerilim oluyor, iktidarın belirli dayatmaları oluyor. Somatoğrafya dediğimiz, bedenin sınırlarının çizilmesi de bu konuya değinir, kadın bedeni üzerine yapılan sınırlamalar, kadını giydiği eteğin boyuna göre sınıflandırır. Erkeklere bıyık, saç, sakal ve giyiniş şekillerine göre bir kimlik belirlenmektedir. Ülkücü bıyığı, Fethullahçı bıyığı, uzun sakal gibi. Örneğin, bıyıkların kısa, sakalların uzun olduğu tıraş tipi olanlara; muhafazakâr veya şeriatçı gibi yapılan ‘analizler/çıkarımlar’ görülmektedir. Bu durum da halk içerisinde kutuplaşmalara neden olmaktadır.
Medyanın bu konuya etkisi ‘sosyal medya’ ve ‘televizyon/sinema yapımları’ üzerinden yapılır. Buna örnek olarak, Intel Core reklamı örnek verilebilir, beden olarak atletik olan siyahi koşucular alt sınıf olarak gösteriliyor ama atletik bedene sahip olmayan fakat astenik ve piknik beden arasında kalmış bir beden tipine sahip olan beyaz adam üst sınıf olarak gösterilmektedir. Yani beyaz adam patron konumunda iken, fiziksel olarak ondan daha üstün olan siyahiler işçi sınıfı konumundalar. Eski Yunancada işaret anlamına gelen sémion kelimesinden gelen, semiyoloji yani göstergebilim üzerinden incelendiğinde bu sonuç ortaya çıkmaktadır. Bu çıkan sonucu, beden ile ilişkilendirilmesi sonucunda ortaya bedenlerin ırksal olarak sınıflandırılma doğmaktadır. Bu kışkırtıcı, bilinç altı algı operasyonların öjenik amaçlar taşıyıp taşımadığı tartışma açık bir konudur. Fakat Hitler’in Avupa’da yaptığı ‘soykırım’ olarak da görülen, dehşet verici katliamları bu tür bir ırkçılık ile örneklendirilebilir. Bir görüşe göre Hitler’in sarışın mavi gözlü bir toplum oluşturma arzusu içinde olduğu ve saf ırk oluşturma çabası içinde olduğu söylenmektedir.
Sonuç olarak; İsa’dan önce 5.yy’da kanonik beden anlayışını ve bu anlayışı takip eden dönemlerde, insanlar bedenlerini heykellerle, tasfirlerle, ideal ölçülerler kıyaslayıp, yoz-güzel beden tanımı yapmaktaydı. Ve kendilerini bu ölçülere göre şekillendirmeye çalışmaktaydılar. Yine bu ölçülere göre kıyaslanıyorlardı. Örneğin, kolunuz üç karışdan daha uzun veya kısa ise belirlenen ölçüden sapmış olmaktadır. Bunu ilk kez duyan bir çok kişinin ilk yaptığı şey ise iki kolunu da kaç karış diye ölçmektir. Lomboroso, Nordau, Sheldon, Kretschmer gibi beden üzerine değerlendirme yapan düşünürlerin analizlerinin ne kadar tutarlı olduğunu günümüzde de görebiliyoruz.
Medyada gördüğümüz bedenler üzerine kendi bedenimizi eleştiriyor, nasıl bir bedene sahip olursak daha iyi olur sorusuna cevap arıyoruz. Ayrıca 90-60-90 ölçüsünün de nereden geldiğini görüyoruz. Barby gibi olma diye bir söylem var, bu söylem üzerine ideal bedeni yakalama arzusu içinde olan kadınların estetik ameliyatlarını girdiğini görmekteyiz.
Piknik, Atletik ve Astenik olarak adlandırılan bedenlerin temsillerini filmlerde görmekteyiz. Erotizm üzerinden nasıl bir ekonomi politika yürütüldüğü görünmektedir. Bedenin insan doğasının zaafı olduğu söylenebilir. Medya da bu zaafı kullanarak, bir sosyal algı oluşturuyor ve reklam ile pazarlama yaparak bu zaafı tüketime yönlendiriyor. Yani toplumun bilinç altına, erkek kaslı, gür saçlı, uzun boylu, çevik ve kuvvetli olmalı yerleştiriliyor. Kadın için ise, esmer ve bronz tenli, dolgun dudaklı, sıkı basenli, zayıf olmalı gibi bir algı işlenmektedir. Bu nedenle, birçok kişi diyet yapmakta olup, daha koyu bir tene sahip olmak için solaryuma giriyor ve bedenlerinde kusurlu gördükleri kısımları yani onları yoz yaptığını düşündükleri bölümlerini düzeltmek için çeşitli estetik ameliyatlara katlanmaktalar. Medya ile Beden ilişkisi istenen ve istenmeyen bedenler üzerine dayalıdır. Bu dayatma, sahip olunan bedenin nasıl bir hale gelmesinin istenildiğine medya üzerinden karar verildiğini göstermektedir. Çünkü İ.Ö 5.yy’da anlatılan, toplumun kendi bedeni ile karşılaştırdığı o kanonik heykeller, günümüzde medyada temsil edilen bedenler oldu. Ayrıca bu sefer sadece beden şekli olarak değil, ahlaki olarak da bir ölçü bulunmuş oluyor, yani nasıl oturulur, nasıl yemek yenir, nasıl konuşulur gibi ölçümlerde medyanın beden temsilleri üzerinden yapılmaktadır. Toplumun görmek istediği ve olmak istediği bedenler film/reklam gibi yapımlarla izleyiciye sunulmaktadır. Öte yandan da medyada somatografik bir bakış açısı yer almış bulunmakta; yani Türkiye’nin kültürel ve dini inanç deneyimlerine bağlı olarak, etek boyunun uzun olmasının veya kısa olmasının kadına kazandırdığı çeşitli sıfatlar, çarşaf ve türban’ın kazandırdığı sıfatlar, erkeğin dar veya bol giyinmesinin kazandırdığı sıfatlar bulunmaktadır. Bu sıfat damgalama gerilimi medya üzerinden de pompalanıyor.
Popüler tabirlerinden biri olan; ‘kezban’ tabiri de dekolte giyinmeyi tercih etmeyen kadınlara verilmiş olan yakışıksız bir sıfat. Bunun nedeni kadın nasıl giyinmeli ve kilolu, uzun boylu, kısa boylu veya zayıf olanlar ne giymeli algısının medya tarafından oluşturulmuş olmasıdır. Televizyon ve Sinema yapımlarından beslenen sosyal medyada gruplaşmış olan toplumlar ise bu analizleri karşı cinsleri üzerinden yapıyorlar. Örneğin; ekranlarda gördüğümüz kadın karakterlerinin giydiği taytları, kilolu beden sahip olan kadınlar giydiğinde bu durum sosyal medyada bir alay konusu oluyor. Bu algı üzerinden şunu söyleyebilirizki medya üzerinden, hangi bedenin ne giyeceğine karar veren bir olgu bulunmakta. Bütün bunlar, medyada bedenin nasıl temsil edildiğini ve topluma nasıl bir bilinçaltı pompalandığını göstermektedir. Böylece toplumun bilinç altına yerleştirilen iyi beden anlayışı, eş seçmede bir kriter olurken öte yandan da istenilen beden formuna girmek için tüketici olmaya yönlendirmektedir.
KAYNAKÇA ;
Hersey, George L., Cazibenin Evrimi, çev. Rahmi G. Öğdül, Say Yayınları, İstanbul, 2003.
Foucault, Michel, Toplumu Savunmak Gerekir, çev. Şehsuvar Aktaş, YKY İstanbul, 2013
Rahmi Öğdil, Sayılarlar Belirlenen Güzel Beden, Sanat Dünyamız, sayı 115, YKY 2010
Harun Yahya, Darwinizmin Insanliğa Getirdiği Belalar, İstanbul, 2005
Gökbakar, T. (Yönetmen), (2008) Recep İvedik [Film], İstanbul : Aksoy Yapım
http://rahmiogdulbirgun.blogspot.com.tr/2009/06/ideal-beden-olculeri-kanonik-bedenler.html
http://rahmiogdulbirgun.blogspot.com.tr/2009/06/grotesk-bedenden-hijyenik-bedene.html