Teşkilat-ı Mahsusa’da bir Yakup Cemil vardı. Büyük bir fedai.. Vatanı kurtarmak için yola çıktığı bayrak, Kur’an ve silah üstüne yemin ettiği arkadaşlarıyla savaşırlar, can alıp can verirler. Gün gelir ters düşerler. Yakup Cemil’in idam emri çıkar. Asker için o kadar büyük bir komutandır ki kurşuna dizmek üzere vazifeli erler silahlarını ona doğrultamazlar. İnfaz komutanı ateş emri verir, erler kıpırdamaz. Emri tekrarlar… Erler yine kıpırdamaz. Yakup Cemil Bakar ki er komutana baş kaldıracak, üniformanın şerefini kurtarmak için bağırır. ”Asker nişan al!” Asker Yakup Cemil’in sesiyle kendine gelir. Nişan alır. Yakup Cemil celladına gülümser ve kendi infazını emreder. ”Ateş!” İnsan bazen bilmeden celladına gülümser.. Bilmeden, farketmeden… Bazen de bilip, farkedip gururla gülümser..
Bu hikaye, bu ülkede kahraman olmakla hain olmak arasında savrulup durmuş Yakup Cemil’in hikayesidir. Kahraman olmakla hain olmak arasında ince bir çizgi vardır. Ve bu çizgiler birbiri içerisine geçmiş vaziyettedir. Ne zaman hain ne zaman kahraman olduğunuz hakkında kesin bir kanı olmaz. Yakup Cemil, İttihat ve Terakki’nin işine geldiği sürece ‘kahraman’, işine gelmediğinde ‘hain’ ilan edilen yüzlerce fedaisinden biriydi. Diğer fedailerden farkı ise en gözü karası, en gaddarı ve efsanesi olmasıydı.
Bugün pek çok kişinin rol modeli olan Yakup Cemil, İstanbullu Çerkes bir aileye mensuptu. Yakup Cemil 1903’te Harp Okulu’nu bitirmişti. İlk görevi Manastır’daki 6. Nizamiye Tümeni’ydi. 1889’da II. Abdülhamit rejimini yıkmak için kurulan İttihat ve Terakki’nin güçlü adamı Enver Bey ondan bir yıl önce Manastır’a 13. Topçu Alayı 6. Batarya Kumandanlığı’na gelmişti. Yakup Cemil, Enver Bey’in etkisiyle ve ‘Sapancalı’ Hakkı adlı arkadaşının aracılığıyla, o tarihlerde iyice güçlenmeye başlayan İttihat Terakki’ye katılmıştı. Cemiyet’in silahşor üyelerden meydana gelen ‘fedaî şubeleri’ vardı. Fedai olmak gönüllülüğe bağlıydı, ama gönüllü olduktan sonra görevi yapmak zorunluydu.
İttihat ve Terakki saflarına katıldıktan sonra Rumeli’de hem Sultan II. Abdülhamit iktidarına hem de bölgedeki çetelere karşı mücadele eden Yakup Cemil gaddar bir askerdi. Sinirlendiği vakit gösterdiği sert tepkiler herkesin korkulu rüyası haline gelmişti. O ve onun gibi cemiyetin birkaç fedaisinin merkezi idare tarafından Rumeli’de görevlendirilen memurlara karşı yaptıkları suikastlar İstanbul’da çok ses getirmişti. Rumeli’deki bu karışık süreç, 1908 yılında Sultan II. Abdülhamit’in Meşrutiyeti yeniden ilan edip Kanun-u Esasi’nin yürürlüğe girmesine kadar devam etti. II. Meşrutiyet’in ilanı ile birlikte askerlikten istifa ederek sadece cemiyet için çalışmaya başlayan Yakup Cemil, bir ara İran’da da benzer bir devrim gerçekleştirmek için yola çıktıysa da 31 Mart Vakası nedeniyle İstanbul’a ekibiyle birlikte geri dönmek zorunda kaldı. Payitahtta da rahat durmayan Yakup Cemil’in İttihat ve Terakki iktidarına karşı muhalefet ettiği gerekçesiyle cinayete kurban giden gazetecilerden Ahmet Samim ve Zeki Bey’in öldürülmeleri hadisesine karıştığı için yargılanması istendi ancak delil yetersizliğinden bir şey yapılamadı.
23 Ocak 1913 yılında İttihatçılar bir baskınla hükümeti devirdiğinde (Bab-ı Ali Baskını) Yakup Cemil bir kez daha başroldeydi. Enver Paşanın onca vakadan sonra yanından hiç ayırmadığı bu fedainin baskın sırasında Harbiye Nazırı Nazım Paşa’yı kimsenin beklemediği bir sırada şakağından vurması herkesi şaşırtmıştı. Enver Paşa, Çerkez olan Nazım Paşanın öldürülmesi karşısında başlarda biraz afallasa da tekrar toparlanmış ve Sadrazam Kamil Paşa’ya silah zoruyla istifa mektubu yazdırmıştı. Yakup Cemil ise Bab-ı Ali Baskınından sonra daha etkin hale gelerek İttihat ve Terakki’nin silahşörlüğünü yapmaya devam etmişti. Öyle ki artık siyasete de karışır olmuş, hükümette kimlerin yer alması gerektiğine dair kendince kararlar vermeye başlamıştı. Enver Paşa, Yakup Cemil’den kurtulabilmenin yolunu I. Dünya Savaşı sırasında onu Kafkas Cephesine göndermekte buldu. Bunun üzerine Yakup Cemil, çoğu tutuklulardan oluşan iki bin kişilik bir kuvvetin başında İstanbul’dan motive edilmiş bir şekilde yeni görev alanına doğru yola çıktı. (Bu kuvvetler Teşkilat-ı Mahsusa’nın nüvesini oluşturmuştu) Ancak burada da rahat durmadı. Başarısız gördüğü askerleri cephede kurşuna diziyor, hal ve hareketleriyle zaten zor şartlarda savaşan Mehmetçiğin moralini bozuyordu. Bu yüzden önce Bitlis’e daha sonra Bağdat’a gönderilmesi uygun görüldü. Bağdat’ta da başına buyruk bir şekilde hareket etmesine daha fazla tahammül edemeyen Halil Paşa, bir yolunu bularak onu İstanbul’a yollamayı başardı.
İstanbul’a döndüğünde Binbaşılığa terfi ettirilen Yakup Cemil, Enver Paşa’dan eskiden olduğu gibi bir yakınlık göremedi. İttihatçılardan Kara Kemal’e, her türlü kanunsuz eylemine rağmen müsamahakâr davranılması karşısında Yakup Cemil daha da cesaretlenmiş, ordu kumandanlığı ve paşalık isteyecek kadar dengesini kaybetmişti. Çünkü o, Enver Paşanın dahi bu noktalara kendisi sayesinde geldiğini düşünüyordu
1.Dünya Harbinin kötü gidişatından İttihatçı üst kademeyi sorumlu tutan Yakup Cemil, Enver Paşa’ya karşı darbe yapmak, hükümeti devirip devleti savaştan kurtarmak için harekete geçmeye karar verdi. Bu fikrini Çanakkale Savaşları devam ederken Enver Paşa’nın eski yaveri Yenibahçeli Şükrü Bey ile yeni yaveri Yüzbaşı Mümtaz ile paylaştı. Yakup Cemil bu isimlerle yaptığı görüşmede savaşın daha da kötüye gideceğini, bu durumu arkadaşlarına bir türlü anlatamadığını, tek çare hükümeti devirmek olduğunu açıkça ifade ederek kendisiyle birlikte hareket etmelerini istedi. Fakat Yüzbaşı Mümtaz böyle zor bir zamanda hükümetin yanında durmak vatani bir görevdir diyerek bu teklife şiddetle karşı çıktı ve görüşmeyi sonlandırdı. Yaşanan bu durumdan Enver Paşa’nın habersiz olması beklenemezdi (Dâhiliye Nazırı Talat Paşa haberleri veriyordu). Kuşçubaşı Eşref’in kendisini izlemek üzere arkasına adam taktırdığının farkında olan Yakup Cemil buna rağmen planı için ikna turlarından hiç vazgeçmedi. Bunun üzerine Enver Paşa, Rumeli’de beraber mücadele ettikleri günlerin hatırına Yakup Cemil’i yanına çağırarak görüşmek istedi. Enver Paşanın yalısında gerçekleşen görüşmede Paşa, Yakup Cemil’i övücü sözlerin ardından devletin kendisine ihtiyaç duyduğunu, böyle işlere tenezzül etmemesi gerektiğini, düşmanın bir amacının da bizi birbirimize düşürmek olduğunu uzun uzun anlattı (Bu arada Enver Paşa bu işin arka planında başka güçlerin olduğunu düşünecek ama bunu açıkça belli etmeyecekti). Yakup Cemil hiçbir şey söylemeden Paşanın elini sıkarak yalıdan ayrılsa da geri adım atmadı.
Yakup Cemil’in İdamı
Dâhiliye Nazırı Talat Paşa, Yakup Cemil’in kendilerine daha fazla bela olmaması için 13 Temmuz 1916 yılında darbeye teşebbüs ve Enver Paşa’ya suikast tertip etmek suçlarından tutuklanarak askeri mahkemeye sevk edilmesini sağladı. Bekirağa Bölüğü’nde tutuklu kaldığı sırada kendisini ziyaret eden Kara Kemal başta olmak üzere İttihatçıların tanınmış simaları Yakup Cemil’e, ifade verirken suikast düzenlemek ya da hükümete darbe yapmak gibi konulara hiç girmemesi yönünde nasihatler vermiş az bir ceza ile onu kurtarmaya çalışmışlardı. Ancak Talat Paşa aynı fikirde değildi. Hâkim karşısında tüm tembihlere rağmen planlarını itiraf etmekte bir sakınca görmeyen Yakup Cemil “Vatana İhanet Kanunundan” idama mahkûm edildi. Enver Paşanın Berlin’e gitmesini fırsat bilen Talat Paşa vekâleten idam kararını hemen onayladı.
Yakup Cemil, asker için o kadar büyük bir komutandır ki kurşuna dizmek üzere vazifeli erler silahlarını ona doğrultamazlar. İnfaz komutanı ateş emri verir, erler kıpırdamaz. Emri tekrarlar… Erler yine kıpırdamaz. Yakup Cemil Bakar ki er komutana baş kaldıracak, üniformanın şerefini kurtarmak için bağırır. ”Asker nişan al!” Asker Yakup Cemil’in sesiyle kendine gelir. Nişan alır. Yakup Cemil celladına gülümser ve kendi infazını emreder. ”Ateş!”
11 Eylül 1916 günü Yakup Cemil, Kâğıthane Köprüsü yakınlarında kurşuna dizilmek suretiyle idam edilmiş olur.
TEŞKİLAT-I MAHSUSA
1. Dünya savaşı’nın başladığı günlerde seferberlik ilan edilmiştir.Seferberliğin ilan edildiği 11 Kasım gecesi İttihat ve Terakki Teşkilatı Genel Merkezi‘nde tarihi bir toplantı vardı ve üyelerin hepsi hazırdı.Toplantı önemli bir karar gebeydi: Enver Paşa’nın önerisiyle Teşkilat-ı Mahsusa’nın temelleri atılacaktı. Alınan kararda şöyle deniliyordu: “İster savaşa katılalım, ister katılmayalım ordularımızın ileride düşman topraklarındaki hareketlerini kolaylaştırmak için bir Teşkilat-ı Mahsusa kurulmalıdır.Bu teşkilat sayesinde silahlandırılacak çeteler savaş sırasında düşman topraklarına girecekler, düşmanın hareketi ve sayısı hakkında ordularımıza gerekli bilgiyi vereceklerdir.” Teşkilat-ı Mahsusa yaptıkları, en zor şartlarda bile imza attığı inanılmaz eylemlerle bir döneme mührünü vuran bir örgüttür. Öyle ki dünyanın en gizli teşkilatları arasındadır. Hücre sistemiyle çalışmıştır ve hücre evleri günümüzde dahi belirlenememiştir.
Teşkilat-ı Mahsusa Enver Paşa’nın ve mesai arkadaşı Binbaşı Süleyman Askeri‘nin yönettiği ve İttihat Terakki Genel Merkezi’nin Batı Trakya ile ilgili kararlarını uygulamakla görevli bir örgütün büyüyüp gelişmesiyle oluşmuştur. Kuşçubaşı Selim Sami ve Eşref Sencer Kuşçubaşı kardeşler, Çerkez Reşit, Hüsrev sami gibi isimlerin aktif olarak çalıştığı teşkilat, yakın tarihimizin en başta gelen gizemli bir örgütüdür.