İnsanlık buzulların erimesiyle mağaralardan çıkıp doğa ile iç içe geçtiği zamandan beri doğa üzerinden bir temsil arayışı içerisinde oldu. Üst paleolitik dönemin sonlarına doğru artık mağaralarda hayvanlar resmedilmeye başlanmış ve insan ile doğa arasında kopuş başlamıştı. Çünkü insan artık doğa ile uyum içerisinde yaşama anlayışından çıkıp ondan faydalanma ve onu dönüştürüp kullanma eğilimine girmişti. Açıkcası üst paleolitik dönemden itibaren başlayan doğadan kopuş, doğanın temsilleştirilmesiyle beraber günümüze kadar korkunç bir gelişim ve dönüşümle gelmiştir. Doğa artık peyzaj-park ve bahçeler ile insanların seyrine sunulan bir müze ürünü halini almış durumda. Dışarıda doğa, tek kelimeyle insanlığın buyruğu altına sokulmaya çalışılırken doğanın temsiliyeti edebi eserlerde de kendini daha da belirgin bir şekilde gösteriyor.

Özellikle tüm romanlarda, hikaye kitaplarında, şiirlerde ve sinema filmlerinde insan ile doğa arasındaki ilişki, ya ona hükmetme, ya ondan korkup kaçma ya da onu bozmaya çalışanlarla mücadele ederek gerçekleşir. Bu konuda verilebilecek en güzel edebi örneklerden biri de J.R.R. Tolkien’in yarattığı Orta Dünya üzerinden gördüğümüz dünyadır. Tolkien, modern epik-fantazyanın kurucusu olarak kabul edilir. Edebi eserlerinde yarattığı dünya elbette gerçek dünya değil fantastik öğelerin olduğu epik bir dünyadır. Tolkien’in yarattığı dünya pastoral bir dünyada giderek karanlıklaşan bir dünyaya doğru akan bir hikaye ile doğayı yansıtmıştır. Bir çoğunuz bilir ama yine de anlatalım; Tolkien’in dünyası teknolojinin olmadığı, insanların araba ile değil at üzerinde seyahat ettiği, savaşta, ateşli silah ile değil, kılıç, ok ve mancınık ile savaşıldığı bir dünya. Bununla birlikte, büyücülerin olduğu, doğa üstü olayların yaşandığı bir dünyadan bahsediyoruz. Her ne kadar fantastik bir dünya olsa da gerçek dünyadaki temsillerle ilgisi yok diye düşünülse de her edebi ürün aslında yazarın gerçek dünyadakileri harmanlayıp, kafasındaki fikirlerle insanlara yansıttığı bir dünyadır. Tolkien’in yarattığı ‘’Orta Dünya’’ ise, Büyük Deniz’in doğusunda yer alır ve Tolkien’in hikayelerinin  büyük bir kısmı bu kıtada yaşanır. Tolkien evreninde dünya ilk başlarda yuvarlak değil, düz olarak yaratılmıştır. Yeryüzünün düz olduğu zamanlarda en batıda ‘’Aman’’ yer alırdı ve doğuda da başka kıtalar vardı. Yeryüzünün ortasında ise Orta Dünya kıtası vardı, “orta” sıfatı buradan gelmektedir. Bu dünyada insan dışında cüce, elf, orklar, hobbitler, goblinler ve entlerden oluşan ırklar yaşamaktadır.

Klasik iyi ile kötünün anlatıldığı Orta Dünya hikayelerinde kötünün doğayı nasıl yok etmek istediği iyinin de o doğayı içinde yaşadıkları şekilde muhafaza etmeye çalışmalarını anlatır. Özellike ‘’Lord of the Rings’’(Yüzüklerin Efendisi) ve ‘’Hobbit’’ kitaplarında derinlemesine Orta Dünya’nın doğasının nasıl tahrip edildiği görülmektedir. Peter Jackson’unun da görsel olarak sinema filmlerinde yansıttığı bu kitaplarda doğanın dönüşümü ve kullanımı çok daha derinlemesine işlenmişti. İlk olarak Yüzükler Efendisi serisinin ilk kitabı olan Yüzük Kardeşliği’ne bakacak olursak, Orta Dünya ırklarının en sevimlisi ve savaş yanlısı olmayanı olan Hobbit’lerin yaşadığı Shire tam da insanların doğa ile iç içe yaşamaya, doğaya ayak uydurmaya çalıştıkları bir bölgeyi temsil ediyor. Ev için dikilmiş 3-4 katlı binalar yok, toprağın altında kunduz gibi oydukları oyuklarda yaşayıp, o bereketli yemyeşil topraklarda tarım yaparak topraktan faydalanarak yaşıyorlar. Hobbitler için ‘’Shire’’ dışına çıkmak çok tehlikeli. Çünkü onlar için o yemyeşil tanrının rahmetinin yağdığı topraklar Orta Dünya’daki tek güvenli yer yani onlar için bir kozmosu temsil ediyor. Dışarısı yani Shire dışında kalan bölge ise tam bir kaos. Çirkin suratlarıyla Goblinler ve Orklar yağmacı, insanlar ve cüceler ise savaşçı. Yazarın Hobbitler üzerinden anlatmaya çalıştığı dünya tam da doğa temsillerinde bahçe kavramının ilk çıktığı zamandaki gibidir. Yani, bahçe dışarıdaki kaosu temsil eden yabancıyla içerideki mutlak düzeni, yani kozmosu çitlerle, surlarla birbirinden ayırır. Dışarısı kaotik unsurlarla doludur. İçeride mutlak uyum ve düzen yaratma amacı vardır.

Orta Dünya’daki doğanın temsilini anlatan başka bir öğe de yine Yüzüklerin Efendisi- İki Kule’de anlatılan İsengard hikayeleri. Valar’ın dünyadan çekilmesiyle dünyaya göz kulak olamaları için gönderdiği 5 İstari’den (Büyücü) biri olan Ak Saruman, Gri Gandalf ile birlikte en kudretli büyücülerden biriydi. Ardından Orta Dünya’nın şehvetine kapılıp karanlık tarafa yani Saroun’unun tarafına geçmişti. İsengard’da kulesi olan Saruman Uruk-Hai’lerden oluşan bir ordu ve silah yapmak için bütün ormandaki ağaçları kesip demir ocaklarında ateş için kullanıyor. Ardından Orta Dünya’nın ırklarından olan Entler(Bunlar konuşan ve yürüyebilen ağaçlar) öncelikle Orta Dünya’daki kötülüğün açtığı savaşın kendilerini ilgilendirmediğini düşünse de (Sauron’un açtığı savaş) on binlerce ağacın İsengard’da yok edildiğini görünce insanlığın doğayı katletmelerine dayanamıyor ve İsengard tepelerindeki kurulmuş olan barajı yıkıp İsengard’ın sular altında kalmasına neden oluyor. Böylece Saruman yaptıklarının cezasını çekiyor. Orta Dünya’nın bu bölümünde yazar Tolkien insanların doğayı kendi formları içerisinde şekillendirerek yok etmesini sembolleştimektedir. Bir yanda kapitalizmin (Silah üretimi, sanayileşme) insanlığın doğayı tüketme ve yok etme evresine soktuğunu göstermeye çalışıyor. Ancak İsengard ormanlarının yok edilmesine yine  konuşan ağaç ırkı olan Entler’in müdahale etmesi de Babil mitolojisinde de anlatılan Enuma Eliş destanının bir farkı versiyonu gibidir. Enuma Eliş’te Kaos ve Marduk arasındaki çatışma vardır. Mezopotamya’nın kuzeyindeki dağlık bölgelerdeki karların erimesiyle fırat ve dicle’nin sularının kabarması sonucu, babil’e yaklaşan su baskınına karşı sihirli bir formül, bir çeşit büyü olarak kullanıldığı düşünülmüştür. Zira bu seller boşaldığı zaman, insanlara muhtemelen – destanda “su, her yerde uçsuz bucaksız su” diye dile getirilen – öncel çağlardaki kaotik koşullar geri dönmüş gibi geliyordu. Enuma Eliş’te Marduk’un Tiamat’ı yenip öldürmesi de, ülkenin su baskınlarından kurtulması için iyi bir temsil olarak görülür. Sonuçta su düzen için önemli bir kuvvettir. Su yıkıcıdır. İsengard’a da ağaçlar (Entler) yine barajın kapaklarını açarak Saruman’ın İsengard’daki silah fabrikasını, suyun yıkıcılığını kullanarak yok ediyor ve suyun yıkıcılığı sayesinde düzen sağlanıyor. Bir bakıma doğa insanlığın kendisinden kopup yok etme safhasına girmesinin intikamını alıyor.

Orta Dünya’daki bir başka doğa temsili örneği de Hobbit kitabında yer alan bir durum. Kitabın en başından sonuna kadar Erebor krallığını istila etmiş bir ejderha olan Smaug’u öldürme planıyla yola çıkan 13 cüce ve bir hobbitin hikayesi anlatılıyor. Ejderhalar reel dünyada hiç olmamış ama Avrupa destanlarında ve hikayelerinde olan hayali soyu tükenmekte olan bir hayvandır. Orta Dünya’da da ejderha Smaug doğanın bir parçasıdır. Onun cücelerin ülkesi Erebor’u istila etmesi doğayı kendi formlarına sokmaya çalışan cücelerin hatasıdır. Çünkü cüceler aç gözlülük yapmış dağın içinde altın madeni bulmuşlar ama hiç yetinmeyip en ederine daha fazlasını bulmak ümidiyle kazmışlardır. Daha çok altına sahip oldukça aç gözlülükleri ve diğer dünya halkı üzerindeki etkinlikleri artmış ve bu konuda haz duymuşlardır. Sonuçta altına düşkün olan ve doğanın bir parçası olan Smaug’da Erebor’u istila ediyor ve altınlara tek başına sahip oluyor. Burada Tolkien’in temsil etmek istediği şey, doğa kendi formuna uygun davranırken, insanlar bunu doğanın bir düzen bozucu hareketi olarak görmesi. Sonuçta düzeni sağlamak kaostan çıkmak adına Smaug’u yani ejderhayı doğayı öldürmeye gidiyorlar. Ancak düzenin içindeki kural bozucular aslında doğaya bir form vermeye çalışan cüceler yani insanlar oluyor.

Toparlayacak olursak insanların doğayı kontrol etme, doğayı çeşitli formlara sokma ve doğanın temsiliyetini oluşturma girişimi insanlığın ilk çağlarından itibaren var ve bu günümüzde daha güçlü ve ağır sonuçlarla devam etmekte. Doğanın temsiliyeti mağara duvarlarına çizilen resimlerden edebi eserlere kadar devam etmekte. Özellikle epik-fantazyanın kurucusu olan J.R.R Tolkien’in yarattığı Orta Dünya’da doğanın temsilini görüyoruz. Öncelikle pastoral bir doğada yaşam süren ırkların kötülüğün ortaya çıkmasıyla karanlık bir doğaya dönüşen dünyada yaşamaları ele alınıyor.  Doğa temsil edilirken özellikle hobbitlerin kaos ve kozmos arasında kendilerine bir sınır çizmeleri ve Saruman’ın ormanları silah üretmek için yok etmesinin intikamını yine ağaç ırkının alması Babil Mitolojisindeki Enuma Eliş ve İngiliz bahçelerinin kaos ve kozmos örnekleri ile doğanın temsiliyeti örnekleriyle benzerlik göstermektedir. Tolkein da yarattığı dünyanın aslında bizim yaşamış olduğumuz dünyanın bir temsili olduğunu aktarmakta ve doğanın insanlar tarafından kullanımı metaforlarla eleştirilmekte.