‘’Ataerkillik, erkek otoritesine dayanan bir tür toplumsal örgütlenme düzeni. Bu düzenin temelini erkeğin üstünlüğü fikri oluşturur; soy erkekler tarafından belirlenir, hakimiyet erkeklerindir. Bu toplumlarda erkeklere kadınlardan daha çok saygı gösterilir.”

Ataerkillik kısaca bu şekilde tanımlanır fakat onun topluma, insana ve özellikle kadın bedenine yansıması bu kadar basit değildir. Zira her tanımda olduğu gibi karşıtlıklardan beslenilir, erkeğin yüceltilmesi ve kutsanmasının yolu kadından geçer. Kadını baskı altında tutma, kısıtlama, denetleme, pasifize etme şeklinde hayat bulur. Tüm bu sistem sadece görünmez değerler, yazısız ifadeler şeklinde olmayıp bunun direkt kadın bedeni üzerinde somutlaştığı örnekler de vardır.
Şimdi onlara bakalım;

Ayak Bağlama

pageot2-624x624

Çin’de 10’nuncu yüzyılda başlayan 20’nci yüzyılda son evrelerini yaşayan ayak bağlama geleneği, 4-5 yaşlarından itibaren uygulanmaya başlanır. Önce ayak bitkilerin karıştırıldığı sıcak bir suya veya hayvan kanına batırılır. Daha sonra ayak tabanında yara açılarak ayak tırnakları kesilebildiği kadar derinden kesilir. Sargı bezleriyle ayak parmakları tabana doğru olabildiğince geriye çekilerek kırılması sağlanır. Kırılan ayak parmakları tabana doğru sıkı sıkı bağlanır. İdeal ayak uzunluğunun 7 cm’ idi ve buna sahip olan kadınlara süslü ipekten ayakkabılar giydirilir. Genç koca adayları için de kadınlardaki küçük ayak çekiciliğin, feminenliğin ve nazikliğin sembolü haline gelmişti. Öyle ki erkekler de ayağı bağlanmamış kadınların ayakları hakkında ‘’doğanın onlara verdiği ucube bir özellik’’ şeklinde bir düşünce hakimdi. Ve eş adayının ayağının küçüklüğü ‘’küçük cinsel organ’’ manasına gelirdi. Kadın üzerindeki denetimin bedensel acı ve sakatlık pahasına korunduğu bu uygulama ile iffetli kadın yaratılmış oluyordu. Böylece tüm bu acıların üzerine parlak bir gelecek inşa edilir.

Kadın Sünneti

Gine'de Kadın Sünneti

Birleşmiş Milletler tarafından kabaca genital sakatlama olarak adlandırılır. UNİCEF raporlarına göre, özellikle Afrika ve Ortadoğu ülkelerinde görülen bu uygulama ile şimdiye kadar 128 milyon kadın sünnet edilmiştir. Bu uygulama 4 ile 12 yaş arasındaki kız çocuklarına uygulanmaktadır ve tıbbi açıdan; kanama, cerrahi travma, ağrı veya kanamaya bağlı şok, enfeksiyon ve doku kaybı, nekroz, üretra ve anüsün zarar görmesi, HIV/AİDS, ölüm gibi sonuçlara neden olur. Kadın sünneti en hafif şekliyle bile klitorisin kesilmesi anlamına gelir bu da erkekte penisin kesilmesiyle özdeştir. Yani, kadının cinselliği kontrol altına alınmış olup cinsel duyguları engellenir. Kadın bedeni üzerindeki diğer bütün tartışmalarda olduğu gibi burada da odak nokta bekarettir. Zira bu uygulama bekareti korumanın en kestirme yolu olarak görülür. Özellikle Ortadoğu da sünnetle birlikte kadının ruhen temizlendiği ve artık pişirdiği yemediğin murdar olmaktan çıktığı vurgulanıyor. Sünnetin yasaklanmasını isteyenlere gerekçe olarak namus cinayetlerinin artacağı söyleniyor, zira yasaklanması halinde kadının önüne konan engelin ortadan kalkarak onun namusuna zarar geleceği ileri sürülüyor.

Sati Geleneği

1

 

Sati, Özellikle Hidistan’da uygulanan Hinduizme ait bir gelenektir. Hinduizm, küçüklükten itibaren kız çocuklarına; kocalarının, onların her şeyi olduğu, babaerkil normları içselleştirmeleri ve yaşamlarını iyi eşler olarak sürdürmeleri gerektiğini empoze eder. Hinduizm’ de evlilik iyi talih, güzellik ve zenginliğin simgesi olarak kabul edilirken, dul kalmak çirkinlik ve trajedinin temsilcisidir. Çünkü kocasının ölümü kadının görevini düzgün bir biçimde yerine getiremediğine, yani başarısızlığına işaret eder. Dul kadınların evlilik yaşamına dair tüm simgeleri elinden alınır ve onlar toplumdaki en aşağı tabaka olarak görülür. Kafaları tıraşlanarak yerde uyumaya zorlanırlar ve beyaz giymeleri mecbur kılınır. Onlara sadece ekmek ve su gibi temel ihtiyaçlarını karşılama izni verilir. Toplumsal tecrit neticesinde de kadın kocasına kendini gönüllü olarak adadığını kanıtlamak amacıyla kendisini yakar. Yakma işlemi kadının kendini yakacağını açıklamasının ardından birkaç saat içerisinde gerçekleşir. Otlardan yapılan küçük bir kulübenin çevresine yakma işleminin çabuk bitmesi için içinde yağ bulunan kaplar yerleştirilir. Kadın yarı yatar pozisyonda kulübenin ortasında durur. Başı tahtaya dayalı, sırtı demire bağlı, kulübenin ortasına oturtulan kadın dizlerini kocasının bedenine yaslar ve işlem gerçekleştirilir.

Bu örneklerden yola çıkarak söyleyebiliriz ki geçmişten günümüze toplumlarda egemen güç daima erkek olmuştur (Anaerkil toplumların varlığı bilinse de bunlar sayılı örneklerdir ve kutsallığını annelik, doğurganlık üzerine inşa eder.). Ve erkek kendi gücünü kutsamayı kadını pasivize ederek sağlamıştır. Özetle; tarihler değişir, coğrafyalar değişir ama erk toplumun kadın bedenine müdahelesi asla yok olmaz, yalnızca şekil değiştirir.